“Alevilik” sözcüğü, İbnul Esir’in aşağıda anlatacağım iddiasına göre ilk kez Hicri 864 yılında kullanılmaya başladı. Bundan önce bu inanca mensup olanlar, “Şiyatu Ali” (Ali yandaşları) diye adlandırılırdı.
Hz. Muhammet, kızı Fatima ile amcası oğlu Hz.Ali’yi 624 yılında Medine’de evlendirdi. Fatima’dan iki erkek, iki kız çocuk dünyaya geldi. Bunlar: Hasan (625-669), Hüseyin (626-680), Zeynep ( 627..) ve Ümmü Gülsüm (628..)’dir.
Hz. Ali, Bedir, Uhut, Hendek ve Hayber başta olmak üzere birçok savaşa katıldı. Hz.Muhammet’in sancaktarlığını yaptı. Hudeybiye Antlaşması’nı yazdı. Fedek ve Yemen seferlerini o yönetti. Mekke’nin fethinde bulundu. Kâbe’deki putları o kırdırdı.
Hz. Muhammet, 16 Mart 632 yılında Veda Haccı’ndan dönerken Mekke-Medine arasında “Gadir Hum” denen yerde mola vermişti. Kendisine eşlik eden yüzlerce hacının huzurunda Hz.Ali’nin elini tutarak; “Ben kimin Mevla’sı isem, Ali de onun Mevla’sıdır” diyerek kendinden sonraki halifesini tayin etmişti. Buna rağmen Hz. Muhammet’in henüz cenazesi kaldırılmadan dönemin en güçlü kabilesi Kureyşliler, acele olarak bir araya gelip, Ebu Bekir’i halife seçtiler (632-634).
Peygamberin damadı ve amcası oğlu Ali ve yandaşları, Ebu Bekir’in halifeliğini kabul etmediler.
Şehbenderzade Ahmet Hilmi:
“Ebu Bekir’in seçilişi anında istişare heyetinde bulunmayan Haşimilerle İmam Ali, taraftarları Ebu Bekir’e biat etmediler. Hatta Zübeyr bin Avm gibi gözü karalar, işi kılıçla halletmeye kadar heyecan gösterdiler. Ebu Süfyan ise Haşimileri ve İmam Ali’yi sürekli kışkırtıyordu. Lakin İmam Ali’nin büyük vicdanı böyle fesatlara yatkın değildi. Uğrunda savaştığı İslam’ı kurban etmek gibi alçak fikirlerde yer almadı. Bütün nüfuzunu sarf ederek Haşimileri aşırılıklardan uzak tuttu.
Ebu Bekir’e gelince: Onun çevresinde de kışkırtıcılar vardı. Lakin o tedbiri elden bırakmadı. Bir süre İmam Ali’ye ve Haşimiler’e biat etme teklifinde bulunmadı, ta ki Araplar’ın dinden döndükleri haberi gelene dek. İşte o zaman ümmetin güvenilir emini Ebu Ubeyde’yi İmam Ali’ye gönderdi:
“Ali’ye git, de ki; O Ebu Talip sülalesinin temsilcisidir ve onun dün kaybettiği Zat’ı Kutsiye’nin indindeki mertebesi yerindedir.
Ona de ki:
Allah’ın ve Resullah’ın çağrısına nasıl uyduğumu, hicret yolunda vatanımdan olup peygambere yoldaş olduğumu, çocuklarımdan ve dostlarımdan ayrıldığımı sen iyi bilirsin.
…Sen bu ümmetin ekmeğine katık gibisin, bu ümmetin keskin kılıcısın, eğilip de kesmez olma. Bu ümmetin tatlı suyusun, acıyıp bulanma.
…Ebu Ubeyde’nin başvurduğu günden bir gün sonra İmam Ali mescide giderek Ebu Bekir’e biat ettiği vakit, Ebu Bekir İmam Ali’ye hitaben umumun huzurunda şu sözleri söylemiştir:
“Ben emirliği istemiyordum. Allah’tan da onu istemedim. Lakin fitne ortaya çıkar, Ehl-i Beyt’e fenalık gelir diye korku ve dehşete düştüm. Kabul etmek zorunda kaldım. Emirlikle rahatım yok. Bana büyük bir iş teklif olundu ki, ona güç ve kudretim yok, meğer Allah kuvvet vere. Benim sırtıma yükletilen ağır yükü, Allah senin sırtından indirdi.” (Şehbenderzade, 2006, 1: 265).
Hz.Ali ve Peygamberin soyu Haşimiler’in Hz.Ebu Bekir’e biat etmediklerini tarihçi Taberi de şöyle anlatmaktadır:
“Hz. Ebu Bekir halife olunca, Hz. Ali ona biat etmeyip, yanına gitmemiş. Hz.Ali’nin eşi Peygamber’in kızı Hz. Fatima ile amcası El Abbas, Peygamber’in bıraktığı mirası istemek için, Hz.Ebu Bekir’in yanına giderler. Ondan Peygamber’den kalan Fedek’deki araziden paylarını isterler. Halife Ebu Bekir onlara:
“Resullah’tan şunu işittim:“Bizler miras bırakmayız; bıraktıklarımız sadakadır” diyerek onları geri çevirir. Bunun üzerine Fatima ona darıldı ve ölünceye dek Hz. Ebu Bekir ile konuşmadı. Hz. Fatima, babasından altı ay sonra vefat edince, halife Hz.Ebu Bekir, Hz.Ali’ye taziyeye geldi. Haşimoğulları da o zaman Hz.Ali’nin yanında toplanmışlardı. Hz.Ali ayağa kalkarak, Hz.Ebu Bekir’i selamlayıp gereken saygıyı gösterdi. Ona şöyle dedi:
“Ey Ebu Bekir! Bizim sana bey’at etmeyişimiz, senin yeteneklerini, bilgi ve becerilerini inkâr ettiğimizden ve seni kıskandığımızdan değil. Biz bu görevin bizim hakkımız olduğunu ve sizin bunu keyfi bir şekilde baskı ile elimizden aldığınızdandır.”
Sonra Resullah ile akrabalığını ve ilişkilerini uzun uzun anlattığında, Hz. Ebu Bekir ağladı. Hz.Ali’ye şunları söyledi:
“Allah’a ant olsun ki, senin Resullah’a yakınlığın, benim için kendi soyumdan daha sevgilidir. Sizinle aramızda olan mal sorununda ben, Resullah’ın söylediğini yerine getirdim. O şöyle demişti:
“Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bıraktıklarımız sadakadır. Bizim ailemiz bu mallardan ancak geçimlerini sağlarlar.
İşte ben de onun söylediklerini yerine getirdim.”
(Fığlalı,1989,33).
“Şiyatu Ali”nin (Hz. Ali taraftarlığının) kökenleri
Hz. Ali taraftarlığının ne zaman ortaya çıktığına dair görüş birliği yoktur. Bu konudaki iddialar şu başlıklar altında toplanabilir:
1) Şia, Hz. Muhammed’in öncesinde dahi mevcuttu: Bazı Şii müelliflere göre, bütün peygamberlere indirilen vahiylerde Ali’nin velayeti geçiyor.
2) 2) Şia, Hz. Muhammed döneminde ortaya çıktı: Şiilerin büyük çoğunluğunun benimsediği bu yaklaşıma göre, Ali taraftarlığı aslında İslam peygamberinin sağlığında, onun vasıtası ve teşvikiyle oluştu. Hz. Ali’ye büyük sevgi ve saygı duyan, İslam peygamberinin vefatından sonra onun imam olacağı düşüncesini benimseyen Selman Farisi, Ebu Zer, Amar Bin Yasir, Mikdat Bin Esved gibi sahabeler, daha o zaman “Şiatu Ali” olarak adlandırılıyorlardı.
3) Şia, Hz. Muhammed’in 632’de vefatını takiben başlayan ilk hilafet tartış-malarıyla gündeme geldi: Bazı tarihçiler, Ali taraftarlığının, Hz. Muhammed’in ardından halife olacak kişinin Ehl-i Beyt’ten gelmesi gerektiğini savunan bir toplulukla başladığını belirtir.
4) Şia, Osman’ın hilafeti sırasında ona karşı başlayan isyandan doğdu: Ehl-i Sünnet çevrelerde dillendirilen bu görüş, isyancıların 656 yılında Osman’ı öldürmelerinden sonra Müslümanların, Ali ve Muaviye taraftarı olarak ikiye bölünmesi hadisesini öne çıkarır.
5) Şia, Hz. Ali’nin hilafeti döneminde sahabeden Talha ve Zübeyr’in ona karşı çıkmasıyla başladı: Bu teze göre, Talha ve Zübeyr ile Hz. Ali arasındaki ihtilafta Hz. Ali’yi destekleyenlere verilen ad olarak başlayan Şiilik, Cemel Vakası (656) ve Sıffın Savaşı (657) sonrası belirginleşti.
6) Şia, Hz. Ali’nin Hicri 661 yılında öldürülmesinden sonra teşekkül etmiştir.
7) Kerbela Faciası (Hicri 680) sonrasında oluşmuştur: Bu görüşü savunanlara göre, Hz. Ali’nin kanından ziyade, Kerbela’da Emevi ordusuna karşı mücadele ederken katledilen Hz. Hüseyin’in kanı, Şia’nın temelini teşkil eder.
(Kaynaklar: İslâm Mezhepleri Tarihi, Prof. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Ankara, 2012).
İslamiyet, başlangıçta Arap egemenlerin çıkarlarına ters düştüğü halde, giderek onlar için büyük bir gelir kaynağı oldu. O güne dek Arapların görmedikleri kadar servetler akmaya başladı. Arap şeyhleri, hızla zenginleşmeye başladılar. Şeklen de olsa, daha çok “İslamcı” oldular.
Halife Osman, çok taraf tuttu. Önemli görevlere tümüyle kendi akrabaları olan Emevi soyundan kişileri getirdi. Kendinden önce atanan valileri görevden alarak, yerlerine Emevi soyundan olanları atadı. Taif’e sürülmüş Mervan’ın babası El Hakem’i Medine’ye geti-rerek, hazineden 100.000 dirhem ödedi. Oğlu El Haris’e Medine çarşısının gelirini verdi. Mervan’ı kendi özel kâtibi yaptı. Savaşlara katılmadıkları halde bazı yakınlarına savaş ganimetlerinden paylar verdi.
Kendi akrabalarından Amr oğlu Abdullah’ı, Ukbe oğlu Velid’i, Sad oğlu Abdullah’ı ve Muaviye’yi eyalet valiliklerine ataması üzerine her taraftan şiddetli eleştiriler aldı. Kendisini ve Muaviye’yi eleştiren Ebu Gıffari’yi Rebeze’ye sürmesi bardağı taşıran son damla oldu.
2.500 Kadar isyancı bir gece halife Osman’ı öldürdüler (Hicri 656). İsyancıların arasında 1.halife Ebu Bekir’in oğlu Muhammet de vardı.
Medine halkı, mescitte toplanarak, Hz.Ali’yi halifeliğe seçtiler. Ancak Ali halifeliği kabul etmeden önce, mescitte hazır bulunan Talha ve Zübeyr’e teklif etti. Zübeyr ve Talha, Ali’nin halifeliğini yeğlediler. Bu kişiler, sonradan: “İstemeyerek Ali’ye biat ettik” dediler.
Halka bir konuşma yapan Hz.Ali:
“Benden öncekilere biat edildiği gibi, bana da biat ettiniz. Bu biat umumidir. İmama istikamet, tebaasına da itaat gerekir” dedi. (İ.Ansiklopedisi, s.368).
Şam valisi Muaviye, Hz.Ali’ye biat etmedi. Daha sonra Ayşe, Talha ve Zübeyir de Muaviye’nin saflarında yer aldılar.
Bu dönemde Araplar ciddi bir şekilde parçalandılar. Ali’ye karşı olanlar ve olmayanlar olarak iki ana gruba ayrıldılar.
Ali’ye bağlı olanlara, Ali taraftarlarına “ Şiatü Ali” dendi.
Ebul Fida:
“Emeviler’in Afrika, Horasan ve Maveraünnehir valileri, sadece cizye toplamak için halkın İslam’a girmesine engel oluyorlardı. Açıktan açığa Irak ve Soğd vilayet-lerinin Şam Halifelerine mahsus özel mülk olduğunu söylüyorlardı.
Emevi Halifesi Abdulmelik, Halifeliğin kendisine geçtiği haberini alır almaz, elin-deki Kur’anı kapatarak: “Bu andan itibaren senden ayrılıyorum”dedi. (E.Fida, 1: 205).
İbnul Esir:
“Hicretin 75’inci yılında Medine’de verdiği bir hutbede;
“Devletin işlerini yönetmede aciz Hz. Osman olmadığım gibi, yüze gülücü halife Muaviye’de değilim. Akılsız, tedbirsiz Yerzit’e de benzemem. Allah’a yemin ederim ki; bu andan sonra her kim bana takvanın lüzumunu hatırlatırsa, onun kellesini kese-ceğim” diyerek Kur’an’ın hükmünü kaldırmıştır.” (İ.Esir, 5: 36).
ALİ SOYU SEYİTLERİN TÜRKLEŞMESİ
Ali soyu Seyyitler, iki bölgede Türklerle karşılaşıp tanıştılar. Biri; Horasan-Nişabur-Kuşan-Telekan bölgesi; diğeri Gilan-Azarbaycan bölgesidir.
Abbasiler, iktidar olduktan sonra Seyyitler üzerinde baskı ve gaddarlıklar devam etti.Baskı ve Gaddarlığa dayanamayan Seyyit El Mukenna Horasan’da isyan etti..
Seyyit El Mukenna, 766 yılında Keş, Kuşan, Nişabur ve Telekan bölgelerini ele geçirdi. Bu bölgelerde ağırlıklı olarak Türkler yaşamaktaydı. Özellikle Telekan bölgesine Hallaç Türkleri hakimdi. Seyyitler, ilk kez bu bölgede Türklerle tanışıp, kaynaştılar ve Türkleşmeye başladılar. Abbasiler El Mukenna isyancılarının üzerine iki kez ordu gönderdi. El Mukenna ve devrimci isyancıları her iki orduyu da yendiler.
Seyyit El Mukenna isyanı devrimci bir isyandı. Seyyit El Mukenna, kin ve intikam peşinde koşmuyordu. Egemenlerin mal ve mülklerine el koyup, fakir-fukaraya dağıtıyordu. Köleleri özgür bırakıyordu.
Abbasiler, Hicri 778 yılında Müslüm oğlu Muaz komutasında daha güçlü bir orduyu Horasan’a göndererek, Seyyit El Mukenna isyanını bastırdılar. El Mukenna isyancılarının bir bölümü doğuya Türk Yurduna göç ederken; önemli bir bölümü kuzey-doğudaki Deylemistan, Gilan ve Azerbaycan bölgesine iltica ettiler.
Seyyit El Mukenna’nın devrimi yaklaşık 12 yıl sürdü. Bu devrim, bir ilk deney oldu. Sonraki isyanlara ve Deylemistan Devrimi’ne öncülük yaptı.
Türk yurduna dağılan El Mukenna yandaşlarına “Ravendiler” deniliyordu. Ravendiler, Ceyhun vadisinin iki yakasında yaşayan güney Karluk Türklerini; Tuhara’da yaşayan göçebe Hallaçları; İlak, Kiş ve Buhara’daki yerleşik halkları İslam’a kazandılar. Raven-diler’in İslam anlayışları, Emevi ve Abbasiler’in İslam anlayışına benzemiyordu. Ravendiler, ilk Alevi oluşumların temellerini atıyorlardı.
Seyyit El Mukenna’nın soyu şöyleydi:
Hz.Ali
İmam Hüseyin (626-680)
İmam Zeynel Abidin (656-713)
Seyyit Abdullah
Seyyit El Mukenna
Abbasi Halifesi Mustain, Hicri 864 yılında Tahiri Emir Muhammet’e, Tabaristan’da bulunan Deylem sınırındaki Salur ve Kalur kentlerini ikta olarak verdi. (Deylemistan ve Tabaristan, Tahra’nın kuzeyinde, Elburuz sıra dağlarının arkasında, Hazar Denizinin günüyinde bulunan, bugün İran’a bağlı birer eyalettir). Bu bölge Deylemlilerin hayvanlarını otlattıkları geniş meralardı. Ayrıca Deylemliler, yakacak odunlarını da bu bölgeden temin ediyorlardı. O sırada Tabaristan valisi Tahirilerden Abdullah oğlu Süleyman’dı.
Tahiri Emir Muhammet, kendisine ikta olarak verilen bu toprakları teslim almak üzere adamlarından Cabir’i oraya gönderdi. Bölgenin önemli kentleri olan Ruyan, Kalur ve Kalus kentleri halkı, bölgede çok sevilen iki kardeş olan Rüstem’in çocukları Muhammet ile Cafer’in öncülüğünde ayaklandılar. Tahiri Emir Muhammet’in adamı Cabir’i oradan kovdular. Cabir ve adamları, Tabaristan valisi Süleyman’a sığındılar. (İ.Esir, 7: 110)
Deylem halkı, vali Süleyman’ın ve bölge hakimi Muhammet Belhi’nin gazabından korkuyordu. Onlara karşı birleşmek için, Seyyitlerin kendilerine öncülük yapmalarını istiyorlardı.
Rüstem’in çocukları, Tabaristan’da çok sevilen Ali soyundan İmam Musa Kâzım’ın torunu İbrahim oğlu Seyyit Muhammet’e elçi göndererek, gelip kendilerinin başına geçmesini istediler. Seyyit Muhammet; “yaşının çok ilerlediğini, böyle bir görevin üstesinden gelemeyeceğini” bildirerek, onları o sırada Rey kentinde bulunan İmam Hasan’ın torunu Hasan El Alevi’ye gönderdi. Hasan El Alevi bu teklifi kabul ederek, Deylemistan’a gitti.
Hasan El Alevi, Deylemistan’a geldiği zaman, Kalur, Ruyan ve Şalur halkları onu kabul edip, bağlılıklarını bildirdiler.
Hasan El Alevi, Deylem lideri Vahsudan ile kolektif bir yeni yönetim oluşturdu. Bütün köleler özgür bırakıldı. Bundan böyle bu topraklar üzerinde kölelik sistemi yasaklandı. Özgür bırakılan kölelerden isteyen çiftçilik, isteyen hayvancılık yapacak; isteyen asker olacaktı.
Güçlenen Hasan El Alevi, 865 yılında bölgenin önemli kentleri olan Amul ve Babul üzerine yürüdü. Burada şiddetli çarpışmalar oldu. Sonunda Hasan El Alevi’nin devrimci güçleri galip geldiler. Amul ve Babul kentlerini ele geçirdiler.
İşte bu savaşlarda “Hasan El Alevi Yandaşları,” “El Aleviler” ve nihayet “Aleviler” denmeye başlandı.
Hasan El Alevi, 865 yılında Sari kentini de ele geçirdi. Abbasilerin Tahiri valisi Süleyman, karısını, çocuklarını ve ağırlıklarını Sari de bırakarak, daha doğuda bulunan Gürgan’a kaçtı.
İbnul Esir;
“Bu yenilgi, şikeli bir yenilgi idi. Tabaristan’daki Tahirilerin çoğu Alevi olmuş-lardı. Hatta vali Süleyman da Alevi olmuştu. O nedenle Hasan El Alevi ile çarpışmaya girmemiş, yakınları ile Gürgan’a kaçmıştı”. (İ.Esir, 7: 116).
Devrimci lider Hasan El Alevi’nin soy ağacı şöyledir:
Hz.Ali
İmam Hasan (625-669)
Şerif 1.Zeyd (655-715)
Şerif Hasan
Şerif 2.Zeyd
Şerif İsmail
Şerif Muhammet
Şerif 3. Zeyd
Şerif Hasan El Alevi (864-884 Deylem lideri)
Bu sıralarda İmam Musa Kâzım’ın oğlu Seyyit Cafer Nasır’ın (780-860) Gilan da kurduğu “Nasırıye Mezhebi” yanlıları; Seyyit El Kevkebi öncülüğünde isyan ederek Gilan bölgesini ele geçirdiler.
866 Yılında Gilan devrimcileri ile Deylemistan devrimcileri, Hasan El Alevi’nin liderliğinde birleştiler. Gilan ve Deylemistan’ın iki devrimci gücü birleşince, kuzeyde önemli bir devlet ortaya çıktı.
Hasan El Alevi ve Seyyit El Kevkebi, 866 yılında Rey üzerine yürüdüler. Rey kenti, bugünkü Taran’ın bitişiğinde bulunan eski kent merkeziydi. Elburuz dağlarının güneyinde yer alan önemli bir kentti. Kuzeyden gelen ticaret yolu ile doğudan gelen ipek yolunun kesiştiği yerdi.
El Kevkebi’nin soy ağacı şöleydir:
Hz.Ali
İmam Hüseyin
İmam Zeynel Abidin
İ.Muhammet Bakır(734 Emeviler Zehirledi)
Seyyit İsmail
Seyyit Muhammet
Seyyit 2. İsmail
Seyyit Ahmet
Seyyit El Kevkebi (865 Gilan isyanı lideri)
Daha sonra Hasan El Alevi Kuzey Horasan’daki Gürgan (Curcan) kentini de ele geçirdi. Gürgan yenilgisinden sonra Tahirilerin Horsan’daki otoritesi büyük bir yara aldı.
874 Yılında Ahmet oğlu I.Nesır, Buhara’yı alarak bağımsızlığını ilan etti. Böylece Samanoğulları Devleti kuruldu.
Samanoğulları Buhara’yı başkent yaptılar. Temel dayanakları Farslardı. Horasan’daki Araplar ile Türkler de omuz verdiler.
Bu sıralarda, İmam Naki’nin oğlu İmam Hasan Asker, zehirletilerek (874) öldürülmüş, onun oğlu Mehdi de İnananlara göre sırra kadem olmuştu. Tarihçilere göre o da Abbasiler tarafından gizlice ortadan kaldırılmıştı. Böylece İmam Naki’nin soyu kuru-tulmuştu. “İmamlık” makamı, Muhammet Taki’nin ikinci oğlu Musa Araç’a geçmişti. Musa Araç da öldüğü için onun oğlu Seyyit Mumammet’e geçmişti. Samanoğlu 1.Nasır, Seyyit Muhammet’e kızını vererek Nişabur’a yerleştirdi. Samanoğulları, bu vesile ile Seyyitlerin ve Alevilerin desteğini de aldılar.
Seyyitler ve onların sürdürdüğü “İmamlık” geleneği, Türkleşme ile birlikte “Baş Pirliğe” (Dedelik) dönüşerek Horasan’a taşınmış oldu.
Samanoğlu Nasır’ın damadı Seyyit Muhammet, uzun süre dini liderlik (Baş Pirlik) yaptı. Ölünce yerine oğlu Seyyit Yahya geçti.
2.Nasır (913-943), Abbasi halifelerinden Muktedir (908-932) iktidarına rastlayan bu dönemde, başını Ali soyu Seyyitlerin çektiği Alevi muhalefeti, bütün Horasan ve Türkmenistan’ı dalgalar halinde sardı.
Prof. Togan:
“920 Yılından sonra Horasan ve Türkmenistan’ın belli başlı kentlerinde Aleviler hâkim idi. İslam’ın doğu sınırlarında da durum nazikti. Türkistan’daki Ezgiş Türkleri, Abbasi halifelerini tanımıyorlardı. Doğu Türkistan’a Alevi Dedeler hâkim idi. Bağdat hükümeti, Horasan’da gelişen Alevi hareketine karşı ciddi önlem alınmazsa, sonucun çok vahim olacağını Samanoğulları’na bildiriyorlardı. Samanoğulları’nın gönderdiği ordular, her seferinde Alevi Türkmenler tarafından yenilgiye uğratılıyorlardı. 921 Yılında Alevi ordusu, Horasan’ın başkenti Nişabur’a girdi. Samanoğlu Sultanı 2.Nasır, Karahanlılar’dan yardım istedi. Karahanlı sultanı Buğra Han, ordusuyla gelip Nişabur’u kurtardı. Alevi komutanı Leyla ibn Numan’ı ve birçok isyancı Seyyit’i astı” diyor. (Or. Prof. Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihi’ne giriş, 1981, s.76)
Samanoğlu 2.Nasır döneminde Alevilerle çatışmalar uzun süre devam etti. 2.Nasır, Ali soyu Seyyit ve Şeriflerin Hazar Denizi’nin güneyinde kurdukları Deylem Devlet’ni 928 yılında ortadan kaldırınca, bütün Horasan ve Türkmenistan’da şiddetli tepki aldı. Bunun üzerine Nişabur Dergâhı’nı yaptırıp, Seyyit Muhammet’in oğlu Seyyit Yahya’yı da Ali soyunun “Nakib”i ilan ederek, hazine tarafından maaşa bağlattı. Pir Yahya, Seyyitlerin doğum ve ölümünü kaydediyordu. Ali soyundan gelenler, hangi kentte otururlarsa otursunlar, Nişabur’da ki bu Dergâha bağlıydılar.
İşte bu kısa tarihçeden de anlaşılacağı üzere, Aleviliği Ali ve Muhammed’in soyu yaşama geçirip, günümüze kadar taşıdılar. Bu nedenle Ali’siz Alevilik olamaz, düşünülemez.
Veli Saltık-Araştırmacı-Yazar
Sitemizde yayınlanan yazılar yazarın kendi görüşleridir.