Aşağıdaki yazı isamveri.org sitesinden kısa alıntıdır.
Kaynak: isamveri.org- Ahmet YAMAN
”Hz.Ali’nin kaynaksız öznel reyci yaklaşımlara mesafeli durduğunu da söyleyebiliriz. Nesnel bilginin taşıyıcısı olan alimlerden, ilimleriyle birlikte göçüp gitmelerinden önce istifade edilmesi gerektiğini söyleyen Hz.Ali, buna gereken önemin verilmemesi halinde, bırakılan eserleri bir tarafa atıp mücerret reyle hüküm veren saptırıcı cahillerin söz sahibi olacağı; böyle bir gelişmenin de toplumların sonunu hazırlayacağı uyarısında bulunmuştur”.
… Genç yaşına rağmen Yemen gibi karışık bir bölgeye kadı olarak atanması ve bu atama sırasında yaşananlar, biraz sonra yer alacak diğer verilerle birlikte, bu yargıyı teyit etmektedir: “Allah Rasulü, beni deve dişi gibi insanların bulunduğu Yemen’e kadı tayin ederken, ona, daha tay olduğumu ve bu heybetli adamların arasında
hüküm vermekte zorlanacağımı söyleyecek olduğumda, elini göğsüme koyarak: Git! Allah diline sebat, kalbine hidayet versin. Bu görevde ona doğruyu göster Allahım!’ duasını buyurdu.” İşte bu duayla Yemen’e giden Hz.Ali, orada baktığı hiçbir davanın kendisine ağır gelmediğini ve karar verirken hiç tereddüt yaşamadığını söyleyecektir.
Enes b. Malik’ten rivayet edildiğine göre, sahabilerini belli alanlarda seçip ayıran Hz.Peygamber (s.a.), Hz. Ali’yi, fıkıh bilgisinin ana gereklilik olduğu kadılık alanında diğerlerine takdim etmiştir. Gerçekten de, daha Hz.Peygamber hayattayken kimler ictihad edip fetva veriyordu sorusuna cevap arandığında, gerek Sünni gerek Şii
kaynaklar en başlarda onun adını vereceklerdir. Hatta bazı hadis ve tarih eserleri, yargıçlık hususunda ashabın en
yetkin kişisinin ve en aliminin Hz.Ali olduğu tespitini, bizzat Hz. Peygamber’inyaptığını behrtirler.
Öyle ki, Hz.Peygamber, sevgili kızı Hz.Fatıma’ya müstakbel eşini, “Seni ümmetimin islamı ilk kabul edeni ve ilim ve hilimde en ileri derecede olanı ile evlendirmemi istemez misin? cümleleriyle tavsif etmişti. Bir başka sözünde de “Ben hikmet eviyim, Ali de onun kapısıdır” buyurmuştur.
Hz. Muhammed’in vefatından sonra herhangi bir resmi görev almayarak , hatta hiçbir savaşa da katılmayarak kendisini Medine’de ilim meşguliyetine hasreden Hz.Ali, ahkamın uygulanması noktasında da oldukça hassastı . Tatbikattaki aksaklıklara ve ihmallere derhal müdahale eden bir tabiata sahiptir. Mesela, akıl sağlığı yerinde olmayan bir kadını, zina fiilinden dolayı cezaya çarptıran Halife Ömer’ e, delilerin ceza ehliyeti olmadığı uyarısında bulunmuş, Halife Osman’a da şer’i cezaları usulüne uygun olarak infaz etmediği, mesela, Hürmüzan’a farklı bir kısas uyguladığı, sarhoş olarak namaz kıldıran bir valisini ancak ısrar karşısında cezalandırdığı ve hac ibadeti sırasında Mina’da namazı kasretmediği için açık itirazlarda bulunmuştur.
Ticarete başlayacak birisine Önce fıkıh öğren” tavsiyesinde bulunması, işkence altında elde edilen itirafı geçersiz sayması gibi örnekler de bu noktada manidardır.
Gerçekten de, sahabe arasında yaşanan siyasi kutuplaşmalarda Hz.Ali’nin etkin rollerde oluşu, muhatabına karşı kör ve sağır hale getiren sevgi ve düşmanlığın odağında yer alışı, onun bıraktığı fıkıh mirasını perdelemişe benzemektedir.