1813 yılında Mısır’ın “Mahalletü’l‐kübrâ” adlı kasabasında dünyaya gelen Seyyid Muhammed Nûr, ŞERH-İ KELÂM-I İMAM ALİ adlı eserinde Hz. Ali’nin Varlığın Birliği hakkındaki görüşlerini ‘Kar ve su’ örneği vererek açıklıyor.
İsmail Hakkı ALTUNTAŞ’ın çevirisi ve katkılarıyla ortaya çıkan bu eser, oldukça değerli bir konuda ışık saçıyor.
Çok çarpıcı olan bu örneği aşağıda alıntı olarak veriyoruz ve yazının altında da kaynak kitabı pdf formatında indirebilirsiniz.
Mahlûkat vücutlarının yaratılışı zuhurlarında değillerdir. (Yani, varlıklar göründükleri gibi yaratılmış değildirler.)
Bir şeye benzememekte, vücutları (varlıkları) zahirde değildirler. Ancak kar ın benzeri durumdadırlar. Müstakil vücutları yoktur. Zira karın vücudu suyun vücududur. (Mahlukatın) yaratılışı dahi böyledir. Vücutları Hakk’ın vücududur. Müstakil vücutları (varlıkları) yoktur.
Mahlûkatın vücutlarının zuhurlarında olan Kar’ın kaynağı olan su gibidir.
Hakikatin ta kendisi olarak kar sudan başka bir şey değildir. Ancak su havanın soğukluğu ile kar suretinde görünür. Bu sebeple su ismi gizlenip kar ismi zahir olur. Hakikatte iç yüzünde ikisi birdir.
Yaratılmışların hepsi Hakk’ın zuhurudur. Her suret tavır ve hallerde bulunabilirler. Bunlar, yaratılmış diye anıldılar. Hakikatte ise Allah Teâlâ’nın zâtından başka varlık yoktur. Bu bütün mahlûkat diye anılan şeyler, (Allah Teâ‐lâ’nın zâtının) cilvesi (suret tavır ve haller) şeklinde görünüşüdür.
Şeriat hükümlerine göre kar ve suyun hükmü aykırıdır ve uymazlar. Çünkü su temizleyicidir. Kar ise değildir. Eğer kardan başka bir su ve (karı) eritecek bir şey bulunmazsa teyemmüm caizdir. Zira karın varlığı teyemmüm hükmünü kaldırmaz. Suyun varlığı teyemmüme engeldir.
Bu manadan bilindi ki; şeriatın zahirinde kar su hükmünde değildir. Çünkü karın zahirde müstakil bir vücudu yoktur ki, ona su denilebilsin. Bu nedenle zahirde ve isimde Allah Teâlâ’nın görünüşleri olan mahlûkat zâtından ayrıdeğildir. Çünkü Allah’dan başka varlık yoktur ki; ona Hakk nisbeti verilebilsin. Buna göre kar suyun mazharı ve sureti olduğu gibi mahlûkat Allah Teâlâ’nın mazharı ve çeşitli görünüşleridir. Ancak mahlûkata Hakk nisbeti verilmez. (Allah denilmez) çünkü varın yok olana bağıntısı ilgisi (mevcudun ma’duma itlakı) olunmaz.
Kar eriyip, kar ismi ve temizlemez hükmü (teyemmüme mani olamaması) kalkıp su hükmünü alınca temizleyici (abdest, taharet) hükmü geri gelir.
Bu nedenle Allah Teâlâ tevhid sulûkü (Eğitim) için uyarıda bulundu. “Ben, insanları ve cinleri (sizin bilemedikleriniz-göremedikleriniz) ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım” “İbâdet etsinler” bir manada “tevhid etsinler” diye yarattım.
Bu ayete göre bütün yaratılmışları fâni etmek gerekir. Tevhid‐i Ef’al, Tevhid‐i Sıfat ve Tevhid‐i Zât ile Hakka gidilir ve fani olunur. Sonra, zat‐ı Hakk müşahede olunup Hakk nazarıyla ve sulûk ile mahlûkat fâni, Hakk bâkî olduğu müşahede edilip, her şeyde tümüyle Hakk zahir olur. Fakat tevhid sülûku olmaksızın mahlûkata Allah demek küfürdür. Allah Teâlâ’ya sığınırız.
Hz. Ali kerreme’llâhü veche buyurdu ki; Farksız cem’ zındıklık Cem’siz fark, şirk; farkla birlikte cem’ ise tevhittir.)
Bu makama Makam’ül‐Cem, Makam‐ı Hazret‐ül Cem; efâl, sıfat ve zat‐ı Hakk ile kaim olduğu müşahede olunur. Aralarında zıddiyet sabit olur.
Meselâ; evvel ahir, batın‐zahir, mu’ti‐mani, afüvv‐müntakim ve diğerleri gibi; Hakk Teâ‐ lâ’nın esma ve sıfatı, yani; Hüsn‐ü cemal zat‐ı vahid olan hakikat‐i âlinin, cilveleri (görünüşleri, halleri vb) ve sıfatlarıdır.
Ve bu makam cem’ül cem’ de yani, zuhur eden fiilleri, Hakk’ın zat‐ı ile zahir oldular. Bu nedenle, aralarında zıddıyyet vardır. Su ve kar, taş ve ağaçlar, hayvan ve nebat ve diğerleri gibi. Lâkin hepsi sıfat ve ef’âl ve zat‐ı Hakk ile zahirlerdir, müstakil vücutları yoktur. Ve zuhurlarının, Hakk’ın zuhurunun kendisi olduğuna Mısrası ile de işaret edildi. Yani, bütün sıfat
ve ef’âl, gerek manada ve gerek surette Hakk’ın zuhurlarıdır. Hepsi, Hakk’ın zat‐ı karşısında önemsiz olup, yani fani ve gizlenmişlerdir.
O zuhur edip apaçık görünenlerin zahir ve batınında Hakk’ın zatından başkası yoktur. Görmez misin ki, aynaya baktığın zaman, ayna kaybolup bakanın suret‐i zahir olur. Bundan ötürü aynaya bakmak sünnet oldu. Yine; ‘’Ne zaman Allah Teâlâ’yı zahirde benzerini görmek isteyen, aynadaki (görünen yaratılmışlar) eserlerine baksın” denildi.
Kitaba pdf formatında buradan ulaşabilirsiniz