İlâhi Semah:
Varlığın zuhurunun başlangıcı olan “kün” (ol) kelimesinin mevcudatın işitilmesi ve tanrısalığın tüm varlık tarafından tasdik edilmesidir. İlahi semah’, ilahi sırların keşfedilmesine dayalı işitmekten ibaret mutlak semah’dır. Bu semah’da her şeyden, her şeyde ve her şey ile işitmek söz konusudur.
Ruhani Semah:
Herşeyin Hakkı andığını, ruhsal bir duyuşla , can kulağı ile duymaktır. Ve onun manasını zevkle anlamaktır.
Tabii Semah:
Manevi bağlılık ile yapılan semah olup müzik nağmelerinin ve güzel seslerin işitilip insan tabiatında meydana getirdikleri tesirle nefsin hareket etmesidir
ALEVİ OLMAYAN BAZI İSLAM BİLGİNLERİNİN GÖRÜŞLERE GÖRE SEMAH:
Muhyiddin Arabî: semah’ı devran gibi her türlü hareketten soyutlar. Semah’ her yerde ve durumda Hakk’ı duymak demektir ve Hakk’ı görmekle eş anlamlıdır, demektedir.
İmam Şâfiî “Hakayık-ı Manzûme” ve sair muteber kitaplarda bildirildiğine göre “Ayetlerde ve hadis-i şeriflerde bahsedilen dönerek zikir herhangi bir yer ve zaman ile kayıtlı değildir, hatta miktar ve hâl ile bile mukayyet değildir.” demek suretiyle dönme ile zikr yapılabilir demektedir.
“Avârifü’l-Maârif adlı kitapta rivayet edildiğine göre Hz. Enes şöyle anlatır; Peygambere derler ki; “Ya Resulullah senin yolundan gidenlnerin fakirleri, zenginlerinden yarım gün önce cennete gireceklerdir. Bu yarım gün beş yüz yıla denktir” dediğinde biz Resulullah’ın yanında idik. Buna çok sevinen Hz. Peygamber “İçinizde bize şiir okuyacak kimse yok mu?” diye sordu. Bunun üzerine bir bedevi, dokunaklı bir şiir okudu. Hz. Peygamber ve ashabı vecde gelip tevacüd edip bir nevi sema’ yaptılar, hatta bu esnada Hz. Peygamber’in ridası yere düştü. O mahalde Muâviye b. Ebî Süfyân da bulunmaktadır. Muâviye “Ne güzel oyununuz var ya Resulullah!” dediğinde Resulullah “Ya Muâviye! Sevgilisinin zikrini duyduğunda ürpermeyen, kerim değildir” diye cevap verdi. Bundan sonra da hırkasını dört yüz bölük edip orada bulunanlara taksim eder.
Ahmed ibn Hanbel ve Mâlik bin Dînar ise, raksın/semahın mubah olduğunu söylemişlerdir. “Vasat” ve “Kitâb-ı Şihâb”da da raksa mubah denilmiştir. “Nevâzil”de ve “Mecmau’l-Vâkıât”da zikrolunmuştur ki, semah insanın kalbine sürur veren üstün amellerden birisidir demektedir.
Zünnûn-ı Mısrî semah’ın, ilahi aşktan nasibi olmayanlar için haram kabul edildiğini; nefsi öldürme amacıyla yapılıyorsa mubah sayıldığını söyler.
Ebû Ali Dekkâk’a göre semah’, nefse ait arzuları tatmin maksadıyla yapılıyorsa haramdır. Allah aşkı ile ise mübahtır demiştir.
Kuşeyrî semah’ın, nefsi ölü ve kalbi diri kimselere faydalı olacağını, zira böyle kimselerin nefsini mücadele kılıcıyla kesmiş, kalbini ise Allah’ın rızasına muvafık, ilahi sırlarla uyandırmış olacağını beyan eder. Kuşeyrî Risale’sinde İmam Şafiî’nin semah’ın haram olmadığını, avam için mekruh sayılacağını söylediğini rivayet eder.
Nakşibendiyye tarikatı geçmişten bu yana musiki ve sema’ inkârcılığı ile bilinmektedir. Ancak bu bilginin sıhhati tartışmalıdır. Çünkü bu tarikatın şeyhleri Nakşiliğin semah görüşünü anlatmak yerine kendi şahsi görüşlerini anlatmış ve Nakşiliğin semah görüşü doğru bir şekilde anlaşılamamıştır.
Nakşibendiliğin kurucusu sayılan Bahâeddin Nakşibendî’nin kendisinden evvelki ve tarikat silsilesine dahil bulunan birçok sufinin semah lehinde söz söylemiş olduğu bilinen gerçeklerdir.
Zamanın en nüfuzlu şeyhlerinden olan ve Nakşilikte büyük bir otorite olarak kabul edilen Hâce Yusuf Hemedânî (440-535 H.) bu konuda şöyle diyor:
Semah’ Hakk’a doğru yapılan bir seferdir, Hak’tan bir resul’dür. Hakk’ın bir lütfu ve fazlıdır. Gaybın faydalarındandır, gaybtan gelen feyz, semah’ vasıtasıyla gelir. Fethin tecellilerindendir, fetih nimeti ve alışkanlığıdır. Keşfin manası ve müjdesidir. Sema’ ruhun rızkı, bedenin gıdası, Musikinin insanı Allah’a yükselten ve yücelten bir özelliği bulunduğu kabul eden kalbin hayatı ve sırrın bekasıdır. Hak Teâla semah’ı, bir taifeye tenzih şahidi ve anlayışı ile dinletti, diğer taifeye rubûbiyet vasıflarıyla dinletti, başka bir taifeye rahmet niteliğiyle dinletti, diğer bir taifeye de kudret sıfatıyla dinletti. Onun için, onların yerine dinleten ve dinleyen Hak oldu. O halde semah’ perdeleri yırtmaktır, sırları keşfetmektir; parlayan bir şimşektir, doğan bir güneştir.
Nakşiler, semah’ı mutlak olarak inkâr etmenin kendi pirleri olan birçok büyük sufiyi reddetmek manasına geleceğini hatırda tutarak sadece semahın bazı uygulama şekillerine karşı çıkmışlardır. (Uludağ, Süleyman, İslâm Açısından Mûsikî ve Semâ, Uludağ Yayınları, Bursa 1992, s.370-371.)
İmam Rabbânî’ye gelince, “Mektûbât”ın birçok yerinde bu konuya temas etmiştir. Ayrıca uzun bir mektubu sema’a tahsis etmiş ve konu ile ilgili görüşlerini geniş bir şekilde açıklamıştır. Semah’ bakımından mutasavvıfları; tarikata yeni girmiş olan “mübtedîler (acemi)”, tarikatta halleri orta olan “mütavassıtlar” ve tasavvufun en son merhalesine ulaşmış olan “mühtediler” şeklinde üçe ayırdıktan sonra bunlardan her birini de ikişer kısma ayırmakta ve müntehilerden bir taife hariç diğerleri için sema’ın duruma göre faydalı veya zararlı olabileceğinden bahsetmektedir.