Vahded-i Vücut Nedir

Alevi İnancının temelini oluşturan Varlığın Birliği hakkında bilgiler.

Genel olarak Vahded-i Vücut  olarak bilinen bu kavramın Türkçe karşılığı Varlığın Birliğidir.

Tüm evren, tek bir varlığın değişik formasyonlara bürünerek insana ve diğer canlılara görme yeteneği ölçüsünde görünme olayıdır. Yani görme yeteneğinden kasıt, her canlı aynı zihin tasavvuru ile evreni algılamıyor. Bir hayvanın görme ve algılama yeteneği insanınki gibi değildir. Burada yanlış anlaşılmaması gereken bir şey var; her şey Tanrıdır manası çıkarmamak lazım. Tam olarak doğrusu, Her şey Tanrıdandır olmalıdır. Tanrının kendi varından var ettiği tüm şeylerin değişik formlarda yaşam bulma halidir denebilir. Isı, ışık, tat, koku, su, toprak vb tüm bunlar bir varlığın kendi varından fışkıran değişik formlara bürünen şeylerdir.

Yani varlık birdir. İkiliğe yer yoktur.

Burada konu görme değil anlama, kavrama meselesidir. Evrenin birliği, insanın da birliği anlamı taşır. Günümüz dünyasında ise ikilik revaçta. ırklar, diller, dinler gibi yapay ayrımlar nedeniyle insanlık ikiliktedir.

Kendini ve toplumu Bir’leme anlayışı

Birkilerdeki çeşit çeşit renkler, kokular, meyveler ve insanlar arasındaki çeşit çeşit görünümler, Asyalısı, Afirakalısı, esmeri, siyahı ve bunun gibi fiziki ve ayrımlar sadece ve sadece birer dış görüntüden ibarettir.

YUkarıdaki görüş günümüz insanlığının sosyal yaşamının iyileşmesi açısından varlığın birliği konusunu nasıl anlaması gerektiğini anlatmak içindir. Tasavvufi açıdan aşağıda bir alıntı mevcuttur.

Tasavvuf Açısından Vahded-i Vücut

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre “Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır.” Bu cümle vahdet-i vücûdun en önemli dayanağını teşkil eder. Vahdet-i vücûd üzerine yazılan bütün kitapların, vahdet-i vücûda yönelik eleştirilerin merkezinde bu cümlenin bulunması önermenin vahdet-i vücûd anlayışındaki yerini göstermeye yeterlidir. İbnü’l-Arabî bu düşünceyi, “Vücud Hakk’ın vücududur” ve, “Vücud birdir ve Hakk’ın vücududur” şeklinde ifade ederken (Tayyib, s. 165) Konevî aynı fikri, “Kendisinde hiçbir ihtilâf bulunmayan varlık Hak’tır” şeklinde dile getirir (Tasavvuf Metafiziği, s. 21). İbnü’l-Arabî ve Sadreddin Konevî’den sonra gelen şârihler aynı önermeyi ifade farklılıklarıyla tekrarlar (Konuk, I, 5).

Molla Fenârî Konevî’nin, “Hak kendisinde ihtilâf bulunmayan vücuddur” cümlesini yorumlarken Hakk’a vücud denilmesinin zorunluluğu üzerinde durur. Ona göre, “Vücud Hak’tır” önermesi Tanrı’nın latif ve gayri mürekkep oluşunun zorunlu neticesidir (Miśbâĥu’l-üns, I, 150). Fenârî, sûfîlerin dışında hiç kimsenin mutlak birliği temellendiremediğini ileri sürerek bu bağlamda İslâm filozoflarıyla kelâmcıları eleştirir. Bu durumda vücudun bir olması Hakk’ın bir olmasıyla aynı anlama gelir ve vahdet-i vücûdu bir tevhid yorumuna dönüştürür (Tahralı, I, 31). Molla Fenârî’nin dikkat çektiği bu hususa Abdurrahman-ı Câmî de değinir ve, “Sûfîler varlığı Hak kabul etmekle Tanrı’nın varlığını kanıtlama külfetinden kurtulmuştur” der (ed-Dürretü’l-fâħire, s. 11). Buna göre vahdet-i vücûd her şeyden önce “Vücud Hak’tır” önermesine dayanan bir düşüncedir.

Vahdet-i vücûd düşüncesinin en önemli dayanağı, “Varlık Hak’tır” önermesi olsa bile onu Tanrı-âlem-insan ilişkisini açıklayan bir nazariyeye dönüştüren husus yalnızca bu önerme değildir. Ayrıca sadece bu önermeyle birlikte düşünülünce vahdet-i vücûd ilk sûfîlerde görülen ve vahdet-i vücûda kaynak teşkil eden fenâ anlayışına irca edilebilir. Kaynak: TDV Asiklopedisi